‘Araba ile Bitola’ yazısı devamı…
Yaklaşık bir buçuk saat sonra Ohrid’ e vardık ve biraz dolanmanın ardından otelimizin yerini bulduk. Daha arabadan iner inmez yakınlarda olan bir düğünün konvoyu bizi davullu zurnalı karşılıyordu Ohrid’ te. Ardından Makedonya Türkleri’ nden olduklarını öğrendiğimiz hotel sahibi çiftle tekrar şaşırıyoruz. Sonrasında eşyalarımızı bırakıp gece 1’de havuz keyfi, ardından konuksever hotel sahiplerimizin ”siz yorgunsunuzdur” diyerek bize hazırladıkları havuz kenarında şarap, peynir ve güzel bir sohbet sonrasında rahat bir uyku. Bu arada hala mahalle düğününün müzikleri duyulabiliyordu.
Güzel bir sabaha uyandık Ohrid’ te ve 5 dakika içinde çarşıya indik. Aynı Bitola’ da olduğu gibi Ohrid’ te de yapılar, insanlar ve kültür çok benzer şekilde karşıladı bizi. Çarşı içerisinde bir pazar kurulmuştu. Uzun süre sonra bu kadar doğal meyve sebzeler görmek gerçekten çok keyif vericiydi. Hemen birşeyler alıp attık azığımıza. Daha sonra küçük bir meydanda yan yana konumlanmış bir köy kahvesi görünümünde olan kahvede birer kahve yudumlayarak yavaş yavaş dolanmaya devam ettik. Etrafta alışveriş yapabileceğiniz küçük mağazaların yanında, sahaflar tadında küçük kitap satan ve bunların aralarında bulunan hediyelik eşya dükkanları, gerçekten şirin bir hava katıyor çarşıya. Çarşı içinde Türk Sokağı’ nda çok ucuza güzel yemekler, kahvehane ve alışveriş yerleri bulmak mümkün.
Biraz daha aşağıya doğru inince sahile iniyoruz, Ohrid Gölü kenarına. Baktığınızda denizden ayırt edebileceğiniz gibi gözükmüyor çünkü gerçekten büyük bir göl burası. Ve göl kenarında konumlanmış restaurantlar tam bir Ege adası havası katıyor buraya. Bizde bir restauranta girip bakıyoruz yemeklerin tadına. Geleneksel olanlardan sipariş ediyoruz ve gerçekten çok beğeniyoruz yemeklerini de. Etraftaki şirin hoteller, kafeteryalar, daha sonrasındaki restaurantlar, aralardaki taş sokaklar, sokaklardaki renkler, evlerin camlarının önündeki rengarenk çiçekler… Gerçekten çok keyifli bir görünüme kavuşturuyor Ohrid’ i. Tabii buralarda hep yemyeşil dağların eteklerindesiniz ve havadaki oksijeni algılamakta zorluk çekiyor vücudunuz İstanbul’ da yaşayınca. Daha sonra sahilden başlayarak dalıyoruz ara sokaklara ve başlıyoruz fotoğraflamaya etrafı. Zaten fotoğraf makinalarımız düşmüyor hiç elimizden.
İnsan ve doğa manzaraları iç içe girince fotoğraf çekmekten alıkoyamıyor insan kendini. Çok güzel kareler yakalıyoruz ve insanların sıcak davranışları pek hoşnut ediyor bizi. Sokaklarda dolaşırken, bir anda kendinizi Safranbolu’ da az daha ilerde Beypazarı’ nda bulmak mümkün. Sahil kıyısından doğru ilerlerken ulaştığınız ince tahta yol sizi burçlarınız ile buluşturuyor dilek dileyebilmeniz için. Buradan devam ederek St. John Kilisesi’ ne vardığınızda daha da anlıyorsunuz manzaranın muhteşemliğini.
Bunca güzelliğin arasında biraz daha vakit geçirip izin istiyoruz Ohrid’ ten de ve ‘’kesin tekrar geliriz’’ diyerek yavaş yavaş dönüş yoluna geçiyoruz. Dönerken bir gece daha Kavala’ da konaklıyoruz, biraz daha deniz sefası yaparak İstanbul’ a doğru yollara düşüyoruz.
Makedonya belki de çok bilinmemesinden kaynaklı, turizm yönüyle insanların son dönemlerde dikkatini çeken bir bölge. Ancak kesinlikle görülmesi gereken yerlerden diye alıyorum notlarımın arasına. Ve biz her gidişimizde hala yeni yerlerini, yeni güzelliklerini keşfediyoruz. Aynı yerlerine gittiğinizde bile gezilecek başka küçük bir sokak bulabilmek mümkün. Keşfetmediyseniz, çok geç kalmayın…
1 yorum
Ohri Makedonya’da en sevdiğim yerlerden biridir. Fırsatım olursa yeniden gideceğim. Teşekkürler bu güzel yazı için.